Olimpiyatın sona ermesiyle birlikte biz de karnemizi aldık. Bu
olimpiyatta da karnemiz pek istediğimiz gibi olmadı, madalya tablosu üzerinden
başarıyı değerlendirmek her ne kadar olağan karşılanan bir durum olsa da
karnemizi madalya tablosu üzerinden değerlendirmek doğru olmaz.
Madalya tablosu
yalnızca sporcuların ulaştıkları sonuçları belgeleyen bir belge niteliğindedir,
bizim karnemizi ise madalya tablosundan ziyade toplum olarak spora ve
olimpiyatlara bakışımız şekillendirdi.
Söz ettiğimiz bu karne toplumun her
katmanına verildi aslında.
ilk olarak piramitin en üst noktasında bulunan
yöneticilerimizin karnesiyle başlayalım.
Yöneticilik son yıllarda tesis yapma
işini üstlenme ve denetleme mekanizması halini aldı durum böyle olunca olimpik
ruh ya da değerler yerine elimizde tesis adını verdiğimiz bir sürü inşaat bütünü
oldu. Bununla birlikte geçmişten günümüze kadar taşınan sporda emek sarf
etmeden bir an önce kolay yoldan sonuç alalım alışkanlığının da bu
olimpiyatlarda zirve yaptığını görüyoruz.
Yöneticilerin bu kolaycılık
içerisinde olduğunu yıllardır görüyorduk ancak bu olimpiyatlarda dünyanın dört
bir yanından kolay yoldan kazanma adına sporcu transferinin yapıldığını ve
sonucun pek parlak olmadığını da gördük. Elbette bu şekilde yapılan her hamleye
karşı olmak bir noktada dünyanın gerçeklerini inkâr olur ancak her dalda
yapılan bu kolaycılık yerine spor aşinalığımızın tam oturmadığı belli dallarda
genç sporculara yol açabilecek, onlara yol gösterecek birkaç deneyimli
sporcunun ülkeye kazandırılması daha doğru olur.
Yöneticilerin temel sıkıntısı
sporun inşaat yapılarak geliştirilebilecek bir alan olduğunu sanmaları ve her
anlamda kolaycılık yoluna başvurmaları. Bu yüzden aldıkları karne itibariyle
sınıfta kalan ilk kesim yöneticiler oldu.
Gelelim piramitin bir diğer parçasını teşkil eden ve belki de etki anlamında en
yüksek güce sahip olan medyaya.
Spor medyası çok önemli bir sınav verdi ancak yine tam anlamıyla olimpiyatların
hakkını veremedi ve sınıfta kaldı. Olimpiyatın başlamasına birkaç saat kala yayıncının
belli olmaması ve olimpiyatların yayınlanamama tehlikesi bile medyanın sınıfta
kalması için yeterli bir sebep olarak gösterilebilir ancak biz yine de medyanın
durumuna daha ayrıntılı bakalım.
Olimpiyatların açılışına saatler kala yayın hakkını alan TRT, haklı olarak bu
konudaki tavrı sebebiyle çok fazla eleştiri aldı.
Olimpiyat yayıncılığı
anlamında pek çok hatalı yayıncılık tercihine imza atan TRT, en büyük fiyaskoya
ise dün akşam imza attı ve Olimpiyat yayınlamak yerine Başakşehir-Shakhtar Donetsk
maçını yayınlamayı tercih etti.
Aslında bu hatalı tercih TRT’nin toplumun
isteklerini ve genel eğilimini de çözümleyemediğinin bir göstergesi. Okçulukta
Mete Gazoz’un olimpiyattaki karşılaşmaları esnasında sosyal medyaya bakılarak
aslında yayınladığında futbol dışı sporların da toplumda karşılık bulduğunu net
bir biçimde görebiliyoruz.
Yani aslında sporseverler olimpiyatların
yayınlanması için kurdukları baskıyla ve sosyal medyada yarışmalara verdikleri
reaksiyonla ülke medyasındaki en büyük problemin talepten ziyade arz olduğunu
gösterdiler.
Bir başka deyişle bir spor etkinliği, kaliteli ve doğru şekilde
topluma ulaştırılırsa mutlaka toplumda karşılık görür.
İşte TRT tam da bunu
anlayamadığı için zayıf bir karneyle yine karşımızda ve sınıfta kaldı.
Sporseverler olarak bizim karnemize bakacak olursak olimpiyatların yayınlanması
için kurduğumuz baskıyla ve ülkede pek yaygın olmayan spor branşlarına
verdiğimiz reaksiyonla eksiklerimize rağmen sınıfı geçmeyi başardık.
Ve son olarak gelelim sporcuların karnelerine pek çoğumuzun olimpiyatlar
öncesinde varlıklarından haberdar bile olmadığı pek çok genç sporcuyla tanıştık
ve bu da o isimlerin hepsinin sınıfı ‘pek iyi’ notuyla geçtiklerinin önemli bir
kanıtı. Zaten tam bu yüzden yazının hemen başında karnemizi madalya tablosu
üzerinden değerlendirmek doğru olmaz demiştik.
Bir olimpiyat daha geride kaldı, umarım bundan sonraki dönemde sporun
siyasetin popülarite devşirme aracı olmadığı, dopingin ve kazanmak adına
yapılan kolaycılığın yöneticilerimizde kendisine yer bulmadığı, medyamızın da
toplumun isteklerini çözümleyebildiği günlerde başarılarımızı da yazma fırsatı
buluruz.
Hoşça kal Rio, Hoş geldin Tokyo!